Topraksız İnsanlar ve İnsansız Topraklar, 2016-2019

Boş topraklar, insansızlaştırılan sahalar, oluşturulan yeni -sahte- gerçeklerin kendine açtığı alanlardır. Yeni kuşaklar bu yalanlara doğar ve sanki burada kendilerinden önce binlerce yıldır kimsenin yaşamadığına, bu toprakları ekip biçmediğine inandırılırlar.

Diyarbakır, Suriçi’nde bulunan Dört Ayaklı Minare’yi, kaçan, yaralı, yaşlı bir iktidar sembolü olarak değerlendirmek mümkündür. Sanki etrafta artık ona inanan kimse kalmamıştır. Yeniden dimdik olabilmek için yeni topraklara göç etmeye mecbur bırakılmıştır.

İnsansızlaşan, ıssız bir alan olan bu mekan, bir zamanların bereketli topraklarıdır. Bu topraklardan göçe zorlanan insanlar, birbirlerine yaslanır gibi uzanan binalar ile vurgulanır.


Babil Kulesi, 2016

Göğe yükselmeyi tanrıya yaklaşmak değil, ona meydan okumak olarak da değerlendirebiliriz. Bu fikri Babil Kulesi hikayesinden edindim. Kulenin inşası sırasında tanrıyı kıskandıran insanların bir aradalığı, tanrının emriyle farklı dilleri konuşmaya mecbur bırakılmış, darmadağın olan insanlar dünyanın dört bir yanına saçılmıştır.

Bugün göğe doğru yükselen yapılar ve içinde birçok konutun olduğu sitelere baktığımda, yüzlerce kişiyi barındıran devasa kulelerin, tıpkı Babil gibi tanrıya meydan okuduğunu ama yalnızlaşan bireyleriyle lanetini de taşıdığını görüyorum. Bu modern Babil Kuleleri ne devriliyor ne yükseliyor, sadece direniyor.




Uzlaşma / Reconciliation, 2018

Uzlaşma”, bir kendini gerçekleştirme hikayesi olarak tasarlandı. Balık-insan, kural tanımaz benlik arayışının son halkasını, havada süzülen ruh ise ahlakçılığı ve toplumsal denetimi temsil eder. Uzlaşmanın gerçekleştiği zemin, ana karadan kopmuş ve dönüşüme uğramış, hatta erotize olmuş kutsal bir mekandır. Adeta itiraf odası bir fetiş kabinine evrilmiştir. Buzun üzerinde dengesini bulmaya çalışan figür, kompozisyonun yan kahramanı uzlaşmanın erken dönemlerini, tereddütleri, kaygıları, korkuları yansıtır. Buzun üzerindeki genç figür karadan, konfor alanından oldukça uzaklaşmıştır, artık oraya geri dönmek istemez ama nereye varacağını da bilmez. Terkedilen, ebedi alacakaranlığa mahkum bu ada kasabası, keşiflere kapalı, yavan, muhafazakar bir hayattan fazlasını vaat etmez. Gökyüzündeki dar pencereden gözüken öte dünya da burayı aydınlatacak güçte değildir, bir kurtuluş ihtimali sunamaz.

Resmin biçimsel yapısı, avangart bir opera sahnesini çağrıştırır. Örneğin dalgalı denizin aniden dümdüz, suni bir zemine dönüşmesi, bu sahne anlayışının bir ürünüdür. Kompozisyondaki karakter dağılımı, farklı ışık kaynaklarının varlığı, kesiti alınmış şapel, boyanın oluşturduğu farklı doku yüzeyleri bu tiyatral sahnelemeyi destekler. Sanat tarihinde acılı anne olarak karşımıza çıkan, bu resimde ise toplumsal denetime vurgu yapan taşlaşmış figür, katı, sert fırça hareketleri ile, arzularına teslim olmuş balık- insan ise dirilişi işaret eden renklerle ve daha yumuşak çizgilerle biçim kazanır. Balık, ölü mü canlı mı bilinmez ifadesinden dolayı resimde dirilişe uygun bir motif olarak kurgulanır. Öte yandan bu iki figürün buluşması bir şefkat ve teselli anı olmanın yanında, queer bir potansiyele sahiptir: bu kucaklaşma, norm dışı bir erotik haz eylemi olarak okunmalıdır. Taraflar arasındaki uzlaşma ancak belirli şartlarla kabul edilmiş, iki taraf da tavizler vermiştir.

Aynasız Kıyı, 2016-2019

“Aynasız Kıyı” toplumsal cinsiyet rollerinin reddedilişine vurgu yapar. Varılmak üzere yola çıkılan kıyı, tüm çoşkun renk ve ritmine rağmen, kayıktaki ressam için artık cazibesini yitirir. Kıyıdaki şehir, toplumsal normları olduğu gibi kabul eden, bu normların devamlılığı için kutlamalar ve cezalar icat eden bir krallık gibidir.

Kıyı şehrinin yansımasının, ressamın tuvaline düşmemesi, ressamın iradesinin krallığa adaptasyon sürecinde köreldiğine dair bir vurgu olarak okunmalıdır.

Tuvalin boş olduğunu farkeden ressam, iradesini devreye koyduğu anda deniz birden dalgalanır, rüzgar birden güçlenir. Bu hava olayı kayığın rotasını değiştirmesi için mükemmel bir fırsattır. Yeni ufuklara yelken açan ressam, çoşkun renk ve ritmi artık geride bırakır.

***

Aslında düşünsel boyutta aşılan uçsuz denizler, resmi yaptıktan sonra benim için yürümesi mesafesi kadar kolay aşılan bir ölçeğe dönüştü. Bu mesafeyi izleyiciyle buluşturmak için silindir bir yapının etrafında yürünerek izlenmesini uygun gördüm. Silindir yapının kapağını “Aynasız Kıyı” nın çıkış yolu olarak tasarladım.